değiş(me)
“Binlerce, ama binlerce yıldır yaşıyorum
Bunu göklerden anlıyorum, kendimden anlıyorum biraz
İnsan, insan, insandan; ne iyi ne de kötü
Kolumu sallıyorum yürürken, kötüysem yüzümü buruşturuyorum
Çok eski bir yerimdeyim, çürüyen bir yerimden geliyorum
Öldüklerimi sayıyorum, yeniden doğduklarımı
Anlıyorum, ama yepyeni anlıyorum bıktığımı
Evlerde, köşe başlarında değişmek diyorlar buna
Değişmek’’
(E. Cansever, 1998: 75)
Sevgili Edip Cansever;
Okuduğum, okuyup hissettiğim, hissedip durduğum kelimelerin bir ucunda, insan nasıl olur da yazmanın eşiğine bu kadar takılı kalır? diye düşünmeden geçemiyorum. Her bir kelimenin bir başka hazzı üzerinden yola çıktığımda, değişimin, değişmenin ve değişimin gerçekten değişimden haberdar olup olmadığını anlıyorum. Dört satırlılara duyduğum hayranlık bir kez daha böylelikle ortaya çıkıyor. Senin kaleminden, içinin değişiminden ve değişmek arzusunu böyle derinden istediğini bu dört satırlarınla daha derinden anlamış oluyorum.
‘ Kolumu sallıyorum yürürken, kötüysem yüzümü buruşturuyorum…’
Bu cümle… Nasıl eskilerde kalmış şimdi bir bilsen. Maskeler döşenmiş kaldırımlara, bulan bir maske sarıyor yüzüne. İster kötü ol, ister iyi ağzından dökülen kelimeleri duymadıkça kulaklar anlayamıyorsun. İşte o zamanlar da yaşamının arzusunu şimdi bir kez daha çekiyorum.
‘İnsan, insan, insandan; ne iyi ne de kötü…’
Evet, insan insandan kötü ya da iyi, bilemiyoruz ki artık. Bu cümlenin ardından söylediğim tek şey maskeler oluyor. Sarıp sarmaladığımız içimize kadar buladığımız maskeler. İki cümleden kırk altı yıl dört duvara mağdur kalemliler geliyor şimdi aklıma! Ah diyorum bir yerlerden. Bakıyor mudur göğe?
Maskelerin kölesi olmuş toplumun parçaları olduk.
Değerlim Edip;
şimdi kim değişmesin?