Yarım Kanatlı Tezer Özlü

Tezer…2167-4363b

Kadın!

Acının kalem hali,

acının kalemle buluşmuş anı.

 

Acı ile buluşup,

acıya vurulup, acısını acıya kazıyan kadın.

Özgür ruhun, özgür teni.

Yaşam ile ölüm arasında bulunan o incecik çizgiyi kendi evreni yapan kadın.

Kısıtlamanın, sınırlanmanın en büyük düşmanı.

Kendisinden ayrılan,

bedenine sığamayan,

kendisinin kendisine fazla geldiğini düşünen ruh

1943 yılında,

acıyı kalemle birleştirmek için,

“Burası bizim değil, bizi öldürmek isteyenlerin ülkesi.”

kelimelerini ağzından ayırmadan önce,

yaşam ile ölümün o incecik çizgisine gönderildi.

Yarım kanadına rengarenk sözcükler takılan kadın

yaşayıp yaşamadığını sorgulamaya başladığı dönemlerde, içinde ki kaçık ruhu  keşfetti.

Kaçık dedi kendine.

Bizi öldürmek isteyenlerle dolu olan bir evren burası.

Durup kendine baktı, tekrar kaçık dedi.

 

 

Kendisinden ya da kaçıklığından yıllarca kaçtı.

Kendi kabına sığamamış ruhu, bir başka bedenlerde görmeyi dileyen kadın,

ruhunun bedenine sığamadığını yirmili yaşların başında şu cümlelerle anlattı.

 

“İnsan yirmi yaşında ya toplumun akılla bağdaşmayan düzenine girer ya da var olur. Uyum istemiyor, var olmak istiyor. Gidiyor. Sınırlarını zorluyor. Ben de gidiyorum. Henüz uyum duyacağım hiçbir şeyle karşılaşmadım.”

― Yaşamın Ucuna Yolculuk

 

 

Bedene sığmayan ruh ile uğraşacak vaktinin olmadığını hisseden lirik prenses,

kendi kendine ölme hayalleri içerisinde yok olmayı diledi.

Kanadına takılıp, nefessiz kalışlarını bir kaç sözcükte böyle anlattı;

 

“Karanlık bir gecenin geç vaktinde kalkıyorum. Herkes her geceki uykusunu uyuyor. Ev soğuk. Çok sessiz davranmaya özen gösteriyorum. Günlerdir biriktirdiğim ilaçları avuç avuç yutuyorum. Kusmamak için üzerine reçelli ekmek yiyorum. Genç bir kızım. Ölü gövdemin güzel görünmesi için gün boyu hazırlık yapıyorum. Sanki güzel bir ölü gövdeyle öç almak istediğim insanlar var. Karşı çıkmak istediğim evler, koltuklar, halılar, müzikler, öğretmenler var. Karşı çıkmak istediğim kurallar var. Bir haykırış! Küçük dünyanız sizin olsun. Bir haykırış! Sessizce yatağa dönüyorum. Ölümü ve yokluğu uzun süre düşünmeye zaman kalmıyor. Şimdi gözümün önündeki görüntüler renkli kırları andırıyor. Korkacaka bir şey yok. Kırlarda koşuyorum. Sanki bir deniz kentinde yaşamıyorum. Hep kırlar. Esintiyle birlikte eğilen otlar arasında bir başımayım. Birazdan ölüm beni alacak.

Kirli bir yastık kılıfı görerek uyanıyorum. P.K. harflerini okuyorum. Kafamda hemen “Psikiyatri Kliniği” çağrışımı uyanıyor.

– Kurtardılar beni!
diye düşünüyorum.
– Kurtarmasalardı.
Ağlamaya başlıyorum.
– Sen ne kadar düzenli bir kızsın,
diyor bir hasta.

Bedenime bakıyorum. Her yanım çürük içinde. Yanımdaki yatakta uzanmış genç kız hemen konuşuyor.

– Bak, buradan korkma. Bir süre kalırsın. Seni bırakmazlar. Burası hiç de kötü bir yer değil. Ben üniversite öğrencisiyim. Burada rahatım. İnsan buraya da alışıyor. Kliniği seviyor… Sen de kal da bak…

Sözlerini dinlemiyorum. Ama burada kalma düşüncesi korkunç bir olay. Beni çağırıyorlar. Uyanmamı mı bekliyorlardı?

– Gidiyorum,
diyorum hastalara.
– Gidemezsin ki! Buradan çıkılmaz! Gideceğini sanan delidir! diyorlar.
– Ama ben gidiyorum!
Hasta kadınlar koridorda, arkamda bir grup oluşturuyor.
-Çıkacağını sanıyor!
diye bağrışıyorlar.

Gerçekten de çıkarılıyorum.
Uyuduğum iki buçuk günün hiçbir anını anımsamıyorum.
Evin holündeyiz. Günk de geliyor. Babam ikimize incir sunuyor:
– Bu kadar güzel yemişler varken, insan ölmeyi nasıl düşünür?
diyor.
(Sözlerindeki gerçekliği bugün bile anlayıp anlamadığımı bilemiyorum.)
İntihar düşüncesi peşimi bırakıyor. Çoğunluk gibi doğal ölümü bekleyeceğim.”

 

 

 

Doğal ölümü bekleyeceğim dediyüreğinin onun kaçıklığından kaçışını bekledi.

Ruhundaki uçuşları hisseden yarım kanatlı uçucu, uçup düştüğü yerleri yeni acılar olarak adlandırdı.

Düşmekten korkmayan kaçık uçucu, ölme hayallerine kendisinden bir durak yaratabilmek için,

ara ara bilmediği evrenlere konmayı tercih etti.

Konduğu yerde fazla durmadan hızlıca bir başka konak bulmayı hedefleyen kadın,

yaşadığı acıyı, kaleminin mürekkebine bulayıp kağıt ile harmanladı.

 

 

Acıyı doruğuna kadar yaşadığı bir çok hastahane tedavisini kelimelerinin en saf acısıyla, mürekkebine buladı.

Acının acısız olma ihtimalini düşünmeden, acıya acıya tenini yakan kadın

acının en yalın ve dip halini  ruhumuza işledi.

 

 

 

Acıya alışan ten o kocaman yüreğe fazla geldi.

1986 yılında, “Beni yalnız bırakma.” kelimelerini diline bulayarak,

yaşam\ölüm çizgisinde bulunan evreni,

kulağımıza bağırdığı seslerle yerinden kazıdı.

Zamansız çığlık, derin düş.

Ölüm hayali ile yaşadığı çizgiyi, çığlıklarıyla kazıyan kadın,

şimdi kendimize sığmayan ruhumuzun en iyi tercümanı oldu.

Yaşam ile ölüm çizgisini çığlığıyla silen kadın,

bize kalan izleri temizleme görevi bıraktı.

Tezer,

Kadın.

Acın, acımın acısına kazınsın.

Ruhum acının peşinde koşsun.

Yaşam\ ölüm çizgisinde kalan izleri, bir çığlıkla silmek yarım kanatlı uçucuların görevidir.

Bu evrenden iyi ki geçtin.

İyi ki kulağımızda sallanacak bir çift çığlık bıraktın.

Acısına acımayan kadın.

Ruhun, ruhumun aynası

Kanadın, kanadımın parçasıdır.

Yarım kanatlılar, iyileşmez çığlıkların adıdır.

 

 

Sevebilirsin...

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir